18 Aralık 2010 Cumartesi

Orange Juice - The Glasgow School




















Edwyn Collins'in önümüzdeki aylarda ülkemizi ziyaret etmeyi planladığı şu günlerde, fragments of past'den dev hizmet.. Collins'in 70'lerin sonunda kurduğu ve müzik hayatına 80'lerin ortasına kadar devam eden jangle pop etkileşimli, C81 hadisesinde kendine yer bulmuş post-punk grubu Orange Juice'ün tüm erken dönem single ve b-side'larının toplandığı The Glasgow School.. Glasgow'un bağrından kopmuş ve İskoçya müziğinin dünyaya en büyük armağanlarından olan bu grubun belki de en hayati şarkılarının bir toplaması niteliğindeki bu albüm için buyrunuz, buradan yakınız..

bu arada askerden döndükten sonraki ilk paylaşımım.. yani neredeyse 9 aydır ilk.. tekrar merhaba.. söylemek istediğim çok şey var aslında, blog.. şimdilik içime atıyorum.. zamanını bekliyorum..


1. Falling and Laughing
2. Moscow
3. Moscow Olympics
4. Blue Boy
5. Love Sick
6. Simply Thrilled Honey
7. Breakfast Time
8. Poor Old Soul (Part 1)
9. Poor Old Soul (Part 2)
10. Louise Louise
11. Three Cheers For Our Side
12. In A Nutshell
13. Satellite City
14. Consolation Prize
15. Holiday Hymn
16. Intuition Told Me (Part 1)
17. Intuition Told Me (Part 2)
18. Wan Light
19. Dying Day
20. Texas Fever
21. Tender Object
22. Blokes on 45
23. I Don't Care


Download

26 Ekim 2010 Salı

Rip, Rig & Panic - Attitude



Blogun bu kadar başıboş kalmasına, daha fazla gönlüm elvermedi ve yazmaya koyuldum. Neredeyse 7 aydır, hiçbir şey yazılmamış buraya. Fakat bu durum için de geçerli bahanelerimiz var; bu süre zarfında çeşitli ülkeler ziyaret edildi, askerlere gidildi (hayır, ben gitmedim) ve pek tabii ki, tembellik hakkı sonuna kadar kullanıldı. Sonunda duruma müdahale etme gereği duydum.

Esasında müzik yazısı yazmaktan pek hoşlanmam fakat madem burada müzikal bir paylaşım içindeyiz, paylaştığım grup hakkında, bir iki kelam edeyim, dedim. Rip, Rig & Panic’ten söz ediyoruz. Bir zamandır saplantılı biçimde dinleyip, sayelerinde evde kendi kendime bolca dans ettiğim, herkese ballandırarak anlattığım bu pek nadide grup, The Pop Group’un ardından kurulan bir müzikal kolektif. Grup ismini, Rahsaan Roland Kirk’e ait bir albümün isminden alıyor. (o da pek nefis bir albüm bu arada) Ayrıca Neneh Cherry de, grupta uzun süre vokalistlik yapıyor. Tarzları hakkında da, anarchic jazz-funk gibi bir tanım mevcut.
Benim en sevdiğim parçalarından biri, buraya yüklemiş olduğum “attitude” albümünde yok, o yüzden onun da videosunu paylaşıyorum. Şöyle buyurun:




1- Keep The Sharks From Your Heart
2- Sunken Love
3- Rip Open, But Oh So Long Thy Wounds Take To Heal
4- Do The Tightrope
5- Intimacy, Just Gently Shimmer
6- How That Spark Sets Me Aglow
7- Alchemy In This Cemetry
8- Beat The Beast
9- The Birth Pangs Of Spring
10- Eros; What Brings Colour Up The Stem?
11- Push Your Tiny Body As High As Your Desire Can Take You
12- Viva X Dreams

Download

11 Mart 2010 Perşembe

This Heat - Deceit


















"söyle bakalım, nelerden korkuyorsun?".. "televizyonun sesinin çok yüksek çıkmasından".. "ben de, özellikle duyduğum içinde konuşan bir general ise".. korkulan şeyler zamanla değişiyor.. korkunun bile daha samimi olan bir hali var, hani neredeyse romantik.. hatta melankolik belki..

"onu sevmiyorum".. "neden?".. "öle mi? hiç farketmemiştim".. hiç farketmeden geçen bir dönem, farkedildikten sonra özlenen bir dönem.. keşke hiç farketmeye başlamasaydım.. bazılarınızın ne yaptığını, neden yaptığını, öbürlerinin bunlar hakkında aslında ne düşündüğünü ve neden böyle düşündüğünü falan.. hiç bilmiyordum.. böylesi iyiydi de..

"bu yolda yalnız yürümeyi seviyorum".. "ben de".. "kendi kendine konuşuyorsun".. "sen de".. kaç bardak çay? kaç adım? kaç tane düşünce? aynı yol, denize doğru giden ve parmaklıklarla sınırlı.. içinde insanlar olan bir okulun yolu.. onlar ordaydı.. sen ve kendin de ordaydın..

"merhaba".. "yarın okuldan sonra sinemaya gitmek ister misin?".. "neden?".. artık biliyorum.. bildiğimi zannediyorum.. gerçi sinemaya giderken genelde kafamı çarparım ben, kanayabilir falan, yani ciddi bir durum.. o yüzden bir bakıma isabet olmuş.. bir bakıma da olmamış..

paralarını düşür, topla.. sana güldüklerinin farkında ol.. yanlış seçimleri yapan onlar, bedelini senin ödemen ise sadece bir ayrıntı, bunu artık biliyorsun.. eve dönüş yolu artık sadece bir ayrıntı.. ilk fırsatta sana koşacaklar ama sen artık o kişi olmayacaksın.. sahi, neler oldu o yolda?

"..ölmüş galiba".. "ne?".. gene aynı yollar, bu sefer en bilinçsizce geçtiklerinden.. kapıyı açtığında gördüğüm o ifade hiç hoşuma gitmedi, bunu asla unutmadım ve sanırım unutmayacağım.. sonra karlar, taşlar ve unutkanlık kovaladı..

"neden geri döndün?.. "sen neden döndün?".. "her şey çok güzel olacak".. o büyülü bir andı.. bunu da hiç unutmadım..

uzun süredir kafamda bir çağrışım bile yok.. çağrışımsız yaşanabilir mi? sanırım senin için hayatın durduğu an bu oluyor.. "artık benimle konuşmuyorsun".. "seninle konuşmuyorum, kendimle bile konuşmuyorum"..


Sleep 2:14
Paper Hats 6:02
Triumph 2:55
S.P.Q.R. 3:28
Cenotaph 4:41
Shrink Wrap 1:40
Radio Prague 2:21
Makeshift Swahili 4:04
Independence 3:42
A New Kind of Water 4:57
Hi Baku Shyo (Suffer Bomb Disease) 4:03


Download

Warsaw




















"her şey" diyordu, "hepsi senin için"..

bütün belalarına bulaştı ve bütün kötülükleriyle yüzleşti.. bütün verilen sözleri ve bütün yapılan itirafları.. çürümenin rengini anlatmak için, siyah-beyaz gerçekliğinde varolup, ta ki simsiyah sonuna uzanana dek..

18 mayıs 1980.. her şeyi sana bıraktı..

yeni bir hayat için verilen sözler, senin hayatından bir kurban yarattılar.. binlerce sesin arasında, gürültüsünün ağır geldiği, ki böylece en kolayıdır seni de o aptal kalabalığın bir parçası haline getirmeleri.. o yüzden saklanmayı dilersin, sesler eskisi kadar güzel gelmediğinde kulağına..

"bir kabus durumu"..

nefretinin doğurduğu iktidar, sana yeni bir hayatın müjdesini veren.. bütün kurtuluş umutlarını ezen..

aynı üniformaları giyiyorlar, aynı adımları atıyorlar, öldürüyorlar zaman geçirmek için ve utançlarının giysilerini giyiyorlar..

"bir daha asla sorgulamamak için sıra halinde yürüyorlar"..

başarısızlıklar; hayata dair bütün arzularınız, kutsal aşklarınız, içsel duygularınız, modern bencil kibirleriniz.. artık aranızda seçim yapmıyorum, hepinizin kaybedişini görüyorum..

farkında olduğum hiçbir şeyin, düşündüğüm, yaptığım ve söylediğim, en ufak bir önemi yok biliyorum.. başka kimse farkındalığımın farkında olmadığı sürece.. aidiyetin güvenine muhtacız hepimiz ve hepsi bu.. farkında olduğum her şeyi farkettiğini zannediyorsun.. oysa ben sana hiçbir şeyi tam olarak anlatamadığımı anlatıyordum.. beni ez ve bildiğim her şeyi biliyormuş gibi davran.. her şey sona erdiğinde ne olacağını zannediyorsun?

"sırf boş ruhlarınızın paramparça olduğunu görmek için uzun zamandır burada oturuyorum"..

gerçeklerden kurtulacağınız umuduyla karanlığın içine bakıyorsunuz, yeraltında bir hayat arıyorsunuz, günün hiç bitmemesini umarak, güzelliğinizin yitip gitmesini seyrediyorsunuz..

sizi izlerler, hayatlarınıza gizledikleri aynalardan ve duvarlarınızdaki vericilerden.. söylediğiniz her şeyin gerçek olduğundan emin olmak isterler..

"yitirilmiş aşk yok"..

dinle.. sessizliği dinle ve akıp gitmesine izin ver.. güneşten korkan gözlerinle, gece alacağın hazzı düşün, körleşmiş yokoluşuna terkedilmiş olsan da.. yanlış hiçbir şey yokmuş gibi devam et.. yalnız kaldığın o günlerden saklan.. aynı mekanda ve aynı zamanda kalarak..

"bana dokun uzaklığından, her seferinde biraz daha uzaklaşarak"..

ihtiyacımız olan kelimeler değil, seslerdi.. dans edebilirdik..

dans et..

anlamlı gelen hiçbir şey yok, yerine oturan da.. sonsuz soğukluğunda elele tutuşarak, dudaklarında gülümseme olmaksızın..

eğer gözlerini kaparsan, alışabilirsin belki.. köşe başlarında kuklalar.. yaşadığın oda.. tel örgülerle çevrili bir yer, içinde çocukların oynadığı.. cesedin yattığı yerde dans ettiklerini gördüm..

"ve sadece bir arkadaşımı arıyordum"..

unutulmuş gençliğinin odasında bütün duyularımın kayıp gitmesine izin verebilirim.. gene sonu sana çıkan bir geceye başlamıştım, arkadaşlarımın asla gitmeyeceği yeri bulmuştum sonunda halbuki..

"ve sadece bir arkadaşımı arıyordum"..

bütün zayıflıklarınızı biliyorum.. bütün hatalarınızla uğraşacağım, bütün sadakat testlerinizi tamamlayacağım.. sırf boğazınıza sarılabilmek için.. sizin hikayenizin içinde dönüp duruyorum, bütün günahlarınızı yüzünüze vurmak için.. ruhunuzun içindeki bütün acımasız gerçekleri görüyorum.. ne kadar uğraşırsam uğraşıyım, anlatıklarımı size ulaştıramıyorum.. ayak seslerinizi duyuyorum ama gördüğüm sadece duvarlar.. gördüğüm beni savaşmaktan vazgeçiren çelişkiler..

bugün şehrin kalbine gittim.. her şey sana adanmış bir arayışa dönüşüyordu.. bütün umutların senin için kaybedildiği yerlere gittim.. hareket etmeden, sessizliğin içinde, seni bekledim.. gerçeği karanlık odamda buldum..

gölge oyununda kendi sonumun provasını yapıyorum.. bütün suikastçilerim sıralanmış, dans ediyorlar.. ellerinde soğuk çelikler ve kendilerine has kokularıyla, benimle temas kurmak için harekete geçiyorlar.. bütün o kalabalıklar uzaklaşırken, tek yapabildiğim gidişlerini izlemek arkalarından inançsızlıkla..

her şeyi yaptım.. yapmak istediğim her şeyi.. kendi sonları için seni kullanmalarına izin verdim..

"bugün şehrin kalbine gittim, seni bekledim"..

1 The Drawback
2 Leaders of Men
3 They Walked in Line
4 Failures
5 Novelty
6 No Love Lost
7 Transmission
8 Living in the Ice Age
9 Interzone
10 Warsaw
11 Shadowplay
12 As You Said

Download

18 Şubat 2010 Perşembe

Siglo XX - 1980 - 1986


İsmini, ispanya iç savaşındaki anarşist komünitelerin birinin adından alan siglo xx, aklıma isimsel çağrışım itibariyle ilk olarak durutti column’u getirdi fakat müzikal açıdan, aralarında bir benzerlik kurmak, bir hayli güç. Siglo xx, Belçikalı bir “cold wave” grubu; vaktiyle de bu sınıflamayı haklı çıkartan bir müzik yapmışlar. Bu noktada, müziklerinde bulundukları endüstri kentinin de tesirlerinin sezilebildiğini söylemek de mümkün. Bu grubu ilk dinleyişimde, sanki joy division’ın bugüne kadar hiç dinlememiş olduğum kayıtlarını dinliyormuşum hissine kapılmıştım; öyle de müthiş bir benzerlik var aralarında. Çoğu cold wave grubu gibi de, bu etkileşimi reddetmiyorlar.
Buraya yüklemiş olduğum albümdeki, the naked and death parçasını ve bilhassa canlı kayıtları pek nefis bulduğumu eklemek isterim. Biraz Belçika usulü, factory records tadı almak için, siz de buradan buyurun:

Download

12 Şubat 2010 Cuma

BlacK RaNdy & The MetRosqUad - Pass the Dust, I think I'm Bowie

(askerlik işlemlerinin dayanılmaz hafifliği ya da young people on the verge of a nervous breakdown..)


















bak hazır uyumamışken gidiyim erken erken, hayır madem uyumadın git işte.. yok bugün gene uyuyum ben.. uyu.. kalk.. bişiyler seyret.. yat.. sonra erken kalk, bi şekilde erken kalk.. saat kaç ki? 7 bişiy.. hmm.. erkenmiş.. ee gidiyim o zaman bugün, zira haftanın son iş günü.. zira mı? aslında ben "iş günü" kısmına daha çok takılmıştım.. iş günü.. nasıl bir şey ki o? zamanın sonsuz akıcılığını kesitlere böldüğümüz yetmiyormuş gibi, bi de üstüne üstlük kirletiyoruz onu "iş günü" gibi tabirlerle.. düşünce ve dil arasındaki ilişkiye benziyor bu.. düşüncenin sonsuz akıcılığının kelimelerden ibaret dil ile kesilmesi gibi, bürokrasi kesiyor zamanı.. sabah 7 bişiy diyorum, uzun zamandır bu saatte uyanmadım.. uzun zamandır bu saatte yatağa gidiyorum halbuki ben..

ve dediler ki "paul auster"..

evraklarım yanımda.. "evrak" kelimesini, ülkemin ortalama bir gencinin "anneni sikiyim" söz öbeğini algıladığı gibi algılıyorum.. öncelikle konunun özü bu.. askerlik şubesine doğru yola çıkıyorum.. sabahın köründe bi türlü ısınmak bilmeyen bir su kütlesi ile banyo yaptım, üşüdüm, sabahları sinirli olurum.. az uyuduysam özellikle..

"ne istiyorsun".. ne istiyorum? istiyorum ki beni iki dakika rahat bıraksanız da hayatımı askerlik, bürokrasi ve bilimum devlet işleriyle uğraşarak harcamasam.. böyle demedim.. "askerlik başvurusunda bulunmak için geldim" diyorum bunun yerine.. "hmm".. hmm?.. "bekle".. çok yaratıcısın diye geçiriyorum içimden.. beklemem söylendi.. askerlik başvurusu için gittiğim askerlik şubesinde bana söylenen ilk şey beklemem gerektiği.. nası şaşırdım anlatamam.. bi on dakika geçiyor aradan, sonra biri geliyor.. bana bekle diyenden daha "yetkili" biri.. saatlerimiz sabah 9 bişiyi gösteriyor.. "13:30'da gel".. "you are my sunshine, my only sunshine" demek istiyorum kendisine ama tutuyorum kendimi.. "daha önce öğleden sonra gelmiştim, sabah gel demiştiniz" gibi bir şeyler dökülüyor ağzımdan.. yanımdaki çocuğa da 13:30'da gel diyor.. eve dönüyorum.. internette bir kaç anlamsız saat geçiriyorum ve malum kişiyi düşünmemeye çalışıyorum.. bu aralar boş zamanlarımı malum kişiyi düşünerek geçirdim ve bunun hiç bir anlamı olmadığını farkettim.. halbuki benim bürokrasi ve askerlik müessesesi ile önemli işlerim var bugün..

yarım saat önceden gidiyim diyorum, sıra olucak ve önceden orada olmalı.. saat 12:00'de fırlıyorum ayağa, giyiniyorum.. evden çıkıcam, diyorlar ki "erken değil mi daha?".. "tamam işte erken gidicem ben de" diyorum.. sonra bakıyorum.. saat 12:00.. yani biraz fazla erken.. evet saatleri karıştırdım.. üstümü çıkarıyorum.. bir saat daha evdeyim..

13:10'a doğru tekrar askerlik şubesinin önündeyim.. bir grup genç bünye de orada.. "sıraya girin" diye bir ses duyuluyor.. e iyi gireriz..

"they walked in line, they walked in line"..

yağmur yağdığından ve bizi içerde değil, dışarda sıraya soktuklarından beremi takıyorum.. bünyem zayıftır efendim, kolay hastalanırım.. böle bi 10 - 15 dakika dışarda bekledikten sonra bir ses "gelin" diyor.. "kimliklerinizi çıkarın, telefonlarınızı kapatın, üstünüzü arıyıcaz".. "benim ülkeme, orduma canım feda" diyorum, "gel ara, bulduğun senin olsun" diyorum.. içeri girip bir kat çıkıyorum.. orada bize numara veriyorlar.. banka gibi aynı..

bekliyoruz.. kafamda devamlı bandista'nın bir şarkısı dönmeye başlıyor.. anarşist-feminist yazar emma goldman bir keresinde şöyle demiş; "askere gitmeye yakın deli gibi bandista dinlemek, homoseksüel olmadığı halde gay bara üstünde deri bir giysiyle girmeye benzer".. tahmin edeceğiniz gibi emma gerçekte böyle bişiy dememiş ama beni görse kesin buna benzer bir şey söylerdi.. derken efendim, ben bekliyorum.. oturuyorum ve bana nedense aynısından ikişer tane verilen iki formu ve bir dilekçeyi dolduruyorum.. kafamda bandista'nın "pardon afedersiniz mr. genelkurmay" adlı şarkısı dönmeye başlıyor.. dönüyor.. dönüp duruyor..

formları doldurdum, sıram de geldi.. yukarı alınıyorum.. kendimi sınıf atlamış gibi hissediyorum.. görevli kıza yaklaşıyorum.. "nedir? tecil mi?".. yok hayır, gidicem ben askere, kararlıyım.. "o zaman nüfus kağıdının aslı, bilmem kaç fotokopisi, diploma aslı, bilmem kaç fotokop..." diploma aslı? hafiften gülümsüyorum.. yok, yok diyorum, ne okuldan bize verilen kağıtta, ne de daha önce aşağıda kapıda sorduğumda bana verilen bilgide diplomanın aslını istediklerini söylemediler, yanlışınız var.. görevli bayanın hiç de şaka yapar gibi bi hali yok halbuki.. diplomanın aslı diyor.. "ev yakın, gidiyim alıyım o zaman ben diplomayı" diyorum ve çıkıyorum.. merdivenlerde, büyük ihtimalle içimden, mırıldanıyorum "saltanatını yıktık, vicdani rap çıktık, populizmden bıktık, zincirlerimizi kırdık"..

elimde diplomamın aslı, kendime olan güvenim tam bir şekilde dönüyorum asker ocağına, her geçen dakika daha bi kanıksıyorum içinde olduğum durumu, etrafımda edilgenliğin sınırını aşmışlıktan dolayı hiç bir şekilde yabancılaşmayan, yabancılaşamayan bir genç bünyeler topluluğu var.. "özgürlük, hiçbir şeye yabancılaşmamaktır" demişti biri bir zamanlar.. burada yanlış bir şeyler var..

diplomamın aslı ve diğer gerekli evraklarımla giriyorum içeri.. biraz önce benimle ilgilenen bayan ya başkası ile meşgul olduğundan ya da benim gerizekalı olduğuma kanaat getirdiğinden beni başkasına şutluyor.. iyi bir abi ile yollarımıza devam etme kararı alıyoruz.. aslına bakıyor, fotokopisine bakıy.. "ama bu böle olmaz".. ne öyle olmaz?.. "bu diplomanın arkasının da fotokopisini istiyorum".. e arkasında bişiy yok ki.. "ama TC kimlik no'su falan yazıyo, arkasının da fotokopisi".. iyi madem.. çıkıyorum, fotokopici bulucam.. terliyorum falan.. kafama nedense the misfits'in "we are 138" adlı şarkısı takılıyor.. nakaratının bir asker marşı edasıyla icra edilmesinden midir nedir, bilinmez, böyle "we are one thirty-eight, we are one thirty-eight, WE ARE!! ONE THIRTY-EIGHT!!" diye merdivenlerden iniyorum.. elbette içimden söylüyorum şarkıyı, efendim..

fotokopici çocuk diplomamın aslının arkasının fotokopisini çekiyor.. zincirleme isim tamlaması, diğer bütün isim tamlamaları ile beraber, ilkokula ait bir olgu idi.. askerliğin ise ilkokul ile bir alakası yok.. diploma arkası fotokopilerimle geri dönüyorum, merdivenleri çıkıyorum,.. kafamda hala aynı şarkılar var.. "buyrun" diyorum.. "aaa, ama olmaz ki".. olmayan nedir, bebeğim?.. "ya bu diploma fotokopisini arkalı önlü istiyorum, şimdi sen bunları bana ayrı ayrı veriyorsun, ben bunları zımbalasam, sonra komutan alıcak bunları, kabul etmiycek, olmaz böle ayrı ayrı, arkalı önlü çektir".. hmm.. bir, üç, sekiz.. bir, üç, sekiz..

aynı fotokopiciye tekrar giriyorum, terliyim.. "şunları arkalı önlü yapar mısın?".. fotokopide bana yardımcı olan çocuk iyi bi çocuk.. şu an iyi insanlara ihtiyacım var..

"al abi, arkalı önlü".. "boyun?".. "kilon?".. sorduğu her soruya benden önce cevap veriyor, kilomu ve boyumu tahmin etti.. ikisini de olduğundan daha az tahmin etti.. 1.69 değilim ben tamam mı? en az 1.72'yim.. "komando olmak ister misin?".. hayır, istemem.. "komando olmak isteyenlerin hepsi olucak diye bir kural yok, olmak istemeyenlerin hepsi olmayacak diye bir kural da".. peki, anladım.. "idealtepe cumhuriyet sağlık ocağına git, muayene ol".. emredersin komutanım!! iyice havaya giriyorum.. muayene mi? haha.. türk askeri hasta olur muymuş hiç bikerem?

minübüse biniyorum, "bir idealtepe".. elimde diplomamı ve artan evraklarımı tutuyorum.. saat 2 buçuğu geçmek üzere ve adam bana 3'ten sonra işlem yapılmayabileceğini söyledi.. yol+muayene+geri dönüş ve dosyalarımı teslim etme.. zaman daralıyor.. terlediğimi söylemiş miydim?

içeri adımımı attığım an her bürokrasi kurbanının yaşadığı bir kader ortaklığını yaşıyorum.. benimle aynı işi halletmesi gereken bir başka insan.. görevlilerden biri ucu açık bir cümle söylüyor; "elinizdeki belgeyi bulduğunuz herhangi iki doktora imzalatın".. hmm.. ortamda bi dolu yaşlı insan var, hepsi muhtelif kapıların önünde sırada.. bazı kapıların önü boş ve tahmin edileceği üzere o odalar da boş zaten.. bi sağa bi sola koşturmaya başlıyoruz.. doktorlu bi oda bulmamız lazım, o odanın boşalması lazım, içerdeki hasta çıktığı an yerini almaya hazır sıradaki diğer yaşlı hastalara "bi saniye izin verin, bizim imza almamız gerekiyor" dememiz lazım.. neyse ki millet anlayış gösteriyor.. hatta bir iki teyze çok ilgili ve şevkatli görünüyor bize karşı.. sanırım işimizin askerlikle ilgili olduğunu söylediğimiz için böyle davranıyorlar.. "merhaba teyze, arkadaşım 1 mayıs gösterileri sırasında polis tarafından vuruldu, ölmek üzere, acaba sıranı bize verir misin?.. "siktir git bakiim sen".. "peki, teyze"..

imzalarımızı alıp geri dönüş yoluna koyuluyoruz.. bugün bilmem kaçıncı kez askerlik şubesinin kapısından giriyorum.. ikinci kata çıkıyorum ve onaylanmış belgelerimizi abiye uzatıyorum.. "sıra numarası alın".. ama biz, yani muayene olduk, yaptık işlemlerimizi bitti, sadece belgelerimizi teslim edi.. "sıra numarası alıp, alt katta bekleyin".. "bak sıra numarasına değil ama alt kat işine fena bozuldum, sanki böyle bi sınıf farkı kastediyomuşsun gibi" şeklinde bi bakış atıp alt kata iniyorum.. numaramı alıyorum..

gene bekliyorum.. saat 3'ü geçiyor.. sıra numarama bakıyorum, diplomama bakıyorum, fazla evraklarıma bakıyorum, bekleme odasındaki televizyonda devamlı açık olan kral tv'ye bakıyorum.. neyse ki televizyonun sesi açık değil.. inanır mısınız, zaman su gibi akıp geçiyor.. bekleme odası adeta bir memleketimden insan manzaraları sahnesi.. yanımdakine dönüp "onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar, korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar, ve kahreden yaratan ki onlardır, destanımızda yalnız onların maceraları vardır" diyorum.. bana "abi o kuvayi milliye destanından" demiyor.. büyük ihtimalle ben bunu kendisine hiç söylemedim zaten.. inanır mısınız, bir kez daha "sıram" geliyor..

merdivenleri büyük bir neşeyle çıkıyorum.. aynı odaya giriyorum ama bu sefer benimle başka birileri ilgileniyor.. evet, yanlış okumadınız, benimle ilgilenen bir değil, iki kişi bu sefer.. kah biri, kah diğeri bana sorular yöneltiyor, işlemlerimi yaparken "yok öle değil, hayır şöle olucak" şeklinde aralarında tartışıyorlar.. "bir sorun mu var" diyorum.. "sen şöle bi otur, biz seni birazdan çağırıcaz" diyorlar.. aşağıya yollamadılar bu sefer beni.. oturuyorum..

aradan bir süre geçiyor.. adamlardan bir tanesi sesleniyor.. gidiyorum.. "tamam, şu evrakın altına böle böle yaz, imzala".. yapıyorum.. "şimdi aşağıya geç bekle ben birazdan sana evrakını vericem".. ama, ama? aşağıya iniyorum.. we are one thirty-eight..

çok sıkıldım.. doğal olarak dikkatim dağılmaya başlıyor ve ben her zaman yaptığım gibi hayal alemine doğru süzülüyorum.. kafamdan bir şeyler serbest çağrışımla akmaya başlıyor.. o ana kadar çok ciddi görünen ben, sanırım kafamdan düşünceler akarken insanların suratına salak salak sırıtıyorum.. "we're gonna get a little place".. "okay, yeah, we're gonna get a little place and we're gonna".. "we gonna".. "have".. "we're gonna have a cow, and some pigs, and we're gonna have, maybe, maybe, a chicken, down in the flat, we'll have a little field of".. "field of alfalfa for the rabbits".. "for the rabbits".. "and i get to tend the rab..." george, lennie'nin kafasına bir kurşun sıkıyor.. elinde evraklar olan bir adam içeri giriyor.. isimler okunuyor.. evrağımı alıyorum ve evime dönüyorum..

göreve hazırım..



1) I Slept In An Arcade
2) Marlon Brando
3) I Tell Lies Everyday
4) Down At The Laundrymat
5) I Wanna Be A Nark
6) Give It Up Or Turnit Loose
7) Idi Amin
8) Sperm Bank Baby
9) Barefootin' On The Wicket Picket
10) San Francisco
11) Tellin' Lies
12) Say It Loud - I'm Black And I'm Proud
13) (Theme From) Shaft
14) Last Stop On The Express
15) Trouble At The Cup
16) Loner With A Boner
17) Sperm Bank Baby
18) Green Frog Exerpts
19) Theme From Scorpio

Download

24 Ocak 2010 Pazar

Sad Lovers and Giants - Epic Garden Music


Sad Lovers & Giants'ın vokalisti Garce, 1987 yılında yapılan bir röportajda şöyle demiş:
"Sürrealizmin zamansızlığı, aynı zamanda onun en hoşuma giden tarafı ve yazdığım şarkı sözlerinde de bunu yaratmaya çalışıyorum." Sahiden de, çoğu şarkının sözleri, bu cümleyi haklı çıkartacak nitelikte; masalsı ve tıpkı bir rüya anlatısı gibi. Bu durumun en bariz örneğini, Epic Garden Music albümündeki şarkıların liriklerinde görmek mümkün. Albümün ilk şarkısı olan Imagination da, nasıl bir albümle karşı karşıya olduğumuzu, bize önceden haber veriyor zaten.

Çoğu yerde, onların müziğiyle ilgili "psychedelic" sıfatı kullanılıyor fakat bu albüm için, böyle bir tabirin pek de geçerli olmadığını düşünüyorum kendi adıma. Ve hatta hiçbir sıfat kullanmamayı tercih edebilirim müzikleri için çünkü oldukça değişken ve çok katmanlı bir müzikleri var. Bu noktada, tipik bir post-punk grubu olduklarını söylemek de güçleşiyor. En güzeli, takdiri ve yorumu dinleyenlere bırakmak sanırım. (bkz: trt spikeri tadında konuşmak)


1. Imagination
2. Landslide
3. When I See You
4. Colourless Dream
5. Things We Never Did
6. Lost In a Moment
7. The Tightrope Touch
8. Echoplay
9. Clocktower Lodge
10. Clint
11. Lope
12. Cloud 9
13. ART (By Me)
14. Alice (Isn't Playing)
15. Far From the Sea


Download

18 Ocak 2010 Pazartesi

Come On - New York City 1976-80


















kız: bana kendimi Mona Lisa gibi hissettiriyorsun..
çocuk: oldum olası sevdin New York'la ilgili şeyleri..
kız: sevdim..
çocuk: bi keresinde sana "seçebilseydin, ne zaman, nerede yaşamak isterdin?" diye sormuştum, sen de "70'lerin sonunda, New York'ta" demiştin..
kız: haha, evet.. CBGB'nin yakınlarında bi evde yaşamış olmak istiyordum.. Richard Hell ile Johnny Thunders'ın paylaşamadığı kız olmayı falan..
çocuk: ..
kız: ya off, kıskanma hemen..
çocuk: New York'tan, 70'lerin sonundan kayıp bi grup olmak biraz tuhaf değil mi? ironik..
kız: bilmem, belki.. nasıllardı?
çocuk: tuhaftılar.. biraz Talking Heads gibi.. no wave damarları da vardı.. ritimleri baya funktı falan.. James Chance'i de andırırlar sanki biraz bana.. bilemiyorum.. Devo'dan daha büyük olmalılardı belki de..
kız: hmm.. post-punk ama di mi?
çocuk: öle.. art-punk desen de olur..
kız: demem ben öle şey..
çocuk: eheh, peki deme..
kız: sonra ne olmuş? nerde kayıtları falan?
çocuk: bütün çalışmaları, b-side'lar, canlı kayıtlar, demolar hepsi bir toplamada.. düşünsene.. bütün hayatını ufacık bir köşeye sıkıştırmak gibi..
kız: hiç farkedilmemişler mi? görünmemişler mi başka yerde?
çocuk: bir şarkıları Great New York Singles diye CBGB merkezli bir dönem toplamasına girmiş, o kadar..
kız: peki adı ne albümlerinin?
çocuk: New York City 1976-80..
kız: ..
çocuk: ahaha.. yemin ederim..
kız: (gülümsüyor)..
çocuk: dinlemelisin.. Don't Walk on the Kitchen Floor mesela.. gelmiş geçmiş en iyi post-punk şarkılarından biri bence.. hani bazen odanda deli gibi dans edersin.. ben kapıyı açıp görünce de utanıp, kızarsın.. ama bazen de ikimiz beraber dans ederiz ve hiç utanmayız birbirimizden o zaman.. hatta hiç birşeyden..
kız: (çocuğun yüzüne konuşmanın başından beri hiç bakmadığı şekilde bakar)..
çocuk: bana öyle bakman hoşuma gidiyor.. neyse, işte bu şarkı da öyle şarkılardan biri.. bu şarkıda dans etmeliyiz seninle..
kız: haha, ederiz, tamam..
çocuk: bir de dünyanın en cool albüm kapaklarından birine sahiptirler.. öyle geek görünürler ki Feelies falan hikaye kalır bi anda..
kız: eheh, görmem lazım..
çocuk: I HATE DISNEYLAND, MICKEY DIDN'T SHAKE MY HAND, MICKEY MOUSE IS A RAT, MICKEY MOUSE IS A RAT!!
kız: (yüzü düşer).. böyle yapmandan nefret ediyorum, biliyorsun..


1 Mona Lisa 2:46
2 Old People 3:21
3 Kitchen in the Clouds 2:14
4 Don't Walk On the Kitchen Floor 3:42
5 Housewives Play Tennis 3:23
6 See Me 1:20
7 Howard After Six 3:51
8 I'm 5 (Live) 1:50
9 My Neighbor Makes Noise (Live) 2:47
10 Businessmen in Space (Live) 2:50
11 Pills & Money (Live) 2:32
12 Bad Luck With Parents (Live) 2:22
13 Physical Ed (Live) 3:22
14 Mom & Dad (Live) 3:24
15 Salt & Pepper (Live) 1:51
16 Disneyland (Live) 1:52
17 [Untitled/Hidden] 0:27

Download

17 Ocak 2010 Pazar

..

çok pembe.. en sevdiğim pembe.. hep pembe olsa zaten.. pembe pembe.. pembişşş..

16 Ocak 2010 Cumartesi

.

welcome to kaburga sofrası.